Osmanlı Dönemi ve Öncesinde Bekçilik - Asesler/Asesbaşı
Ases, kelime olarak Arapça asse (عسّ) fiil kökünden ism-i fâil olup “bekçi” anlamına gelen “âss”ın çoğuludur. Hz. Peygamber zamanında ashaptan bazılarının bekçi olarak görevlendirildiği bilinmekle beraber sürekli bir görev olarak ilk defa Hz. Ebû Bekir zamanında Abdullah b. Mes‘ûd gece bekçiliğine getirilmiştir. Hz. Ömer halifeliği zamanında gece bekçiliğini bizzat kendisi yapar, yanında bazan âzatlısı Eslem’i bazan da Abdurrahman b. Avf’ı bulundururdu. Daha sonraki İslâm devletlerinde bekçilik görevi genel asayiş ve emniyet teşkilâtı (şurta*) içinde mütalaa edilmiş ve bu teşkilâtın başındaki kimse için de çeşitli ülkelerde sâhibü’ş-şurta, sâhibü’l-medîne, sâhibü’l-ases, hâkim ve arîf gibi isimler kullanılmıştır.
Osmanlılar’da asesbaşılık muhtemelen Fâtih Sultan Mehmet zamanında kurulmuş, daha sonra ağa bölüklerinden birini teşkil etmiştir. Bölük kumandanı olarak ocak içindeki askerî görevi dışında, şehrin özellikle geceleri inzibat ve asayişinden mesul olan asesbaşı, Ağakapısı’nda devamlı bir kapı kethüdâsı (emir eri) bulundurur, yeniçeri ağası ile irtibatını bu nefer vasıtasıyla sağlardı. Belli bir odası bulunmayan asesbaşının görevleri ocak içinde ve dışında olmak üzere ikiye ayrılırdı. Ocak içindeki idamlar mutlaka onun tarafından infaz edilirdi. İnfazın yapılacağı gün, yanında aseslerle idam mahallinde hazır bulunur ve düzeni sağlardı. Ağa Divanı’nda katline karar verilen suçlu asesbaşıya teslim edilir ve idamı genellikle Baba Câfer Zindanı’nda gece yarısı gerçekleştirilirdi. Hapishaneler subaşı* ile asesbaşının gözetimi altındaydı. Asesbaşı, merasimlerde ve kapıkulu askerlerinin sefere çıkışları sırasında düzenlenen törenlerde 500 kadar maiyetiyle güzergâhın iki tarafını tutar ve asayişi sağlardı. Vezîriâzam divanındaki hizmetlerinin yanı sıra vezîriâzamın şehir içi devriye gezilerinde, yanında aseslerle ona refakat ederdi. Cuma namazına giderken sadrazamın geçeceği yollarda inzibatı sağlamak da yine onun görevleri arasındaydı. İstanbul’da iki asesbaşı vardı ve bunlardan Galata civarından sorumlu olanın rütbesi daha aşağı idi.
Asesbaşı ve aseslerin dış görevlerinin en önemlisi nöbetleşe olarak çarşı ve pazarlarda, mahallelerde, bilhassa şüpheli yerlerde geceleri dolaşmaktı. Bu sırada görevli asesler zanlıları yakalarlar, suçu sabit olanları ya yeniçeri kulluklarında (karakol) dayakla cezalandırırlar veya ilgili makama gönderirlerdi. Aseslerin tutma, kapma, vurma, asma, basma ve “kayd ü bend” gibi ihtisas erbabı vardı. Köprülü Mehmed Paşa’nın sadâreti zamanında asesbaşı olan Zülfikar Ağa’nın 4000’den fazla suçluyu kendi eliyle öldürdüğü nakledilmektedir. Gündüz zâbıtası subaşıya aitse de daha sonra bu iki görevlinin iş birliği yaptığı anlaşılmaktadır.
Taşrada Şam, Halep, Mardin, Kilis, Erzurum, Kütahya, Musul, Diyarbakır, Edirne, Selânik, Tırhala, Niş, Bosna, Sofya, Trablusşam, Budin, Cezayir gibi yerlerde de asesbaşı ve asesler bulunur, bunlar kolluk hizmetleri görürken halktan belli miktarda para alırlardı. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki (Esad Efendi, nr. 587, vr. 103b) bir yazma mecmuada bulunan “kanûn-i asesân”a göre, dükkânların her biri ayda 1’er akçe “resm-i asesiyye” vermek zorundaydı. Subaşıların gece aldığı zâbıta cezasının belli bir oranı asesbaşıya ait olup bunlardan başka bu görevliler kömür ve odundan, meyhânelerden, evlenenlerden de ücret alırlardı. Hatta Evliya Çelebi’ye göre subaşı ve asesbaşılar hırsız ve yankesicilerden de vergi tahsil ederlerdi. Miktarları farklı olmak üzere aynı kurallar taşrada da geçerliydi. XVI. yüzyıl sonlarında asesbaşılara da timar verilmeye başlanmıştır.
Bulunduğu yerin kadısının denetimi altında çalışan asesbaşının tayinini kadının teklifi üzerine padişah yapardı.
Asesbaşının özel bir kıyafeti vardı. Başına yeşil çuhadan yapılmış çatal bir kalafat, sırtına Zağra yakalı ve yeşil kaplı divan kürkü, altına beyaz çakşır, ayağına ise sarı yemeni giyerdi.
Yorumlar
Yorum Gönder